DAĞLIK ALTAY

“Bütün Avrasya coğrafyasında ağaç kutsaldır, totem değildir ama kutsaldır ve ağaca sarılmak insana dinginlik verir”  

                                                                                                                                Kazım Mirşan

 

 

Han – Altay Tablosu

Çoros Gurkin’in yirmi dokuz yıl arayla iki kez yaptığı bu resim Altay’ın devrimden önce ve sonraki durumunu gösterir. 1907’de yapılan ilk resimde; karların erimeye başladığı, tabiatın bahara hazırlandığı bir dönemdeki Altay tabiatını yansıtır; bütün heybetiyle gökyüzüne yükselen taygaların zirveleri beyaz bulutlarla kaplıdır. Gurkin’in resimlerinde dağ, destan kahramanının tulgasını temsil eder. Bu dağlara ihtişamını veren ise hiç şüphesiz kutsal tayga eezi dir. Yani bu dağlarda maddi ve manevi güç birleşmiştir. Bir kayanın üzerine konan kartal Altay’ın manevi koruyucusunu ve hürriyeti temsil etmektedir. Resmin sol tarafında yer alan oldukça canlı ve yeşil çizilmiş büyük çam ağacı da Altay’ın gerçek sahipleri olan Altay Türklerini, onun hemen yanındaki üç küçük fidan ise Altay’ın gençlerini ve geleceğini temsil eder.

1936′ da yapılan ikinci resimde ise; tabiat oldukça bulanık ve pusludur. Dağlar eski ihtişamını kaybetmiş, bulutlar kararmıştır. Hepsinden önemlisi Altay’ın manevi koruyucusu ve hürriyetini temsil eden kartal artık yoktur. Altay’ın gençliği ve geleceğinin sembolü olan üç küçük fidan da kaybolmuştur. Altay’ın sahiplerini temsil eden büyük çam ağacı da eski güzelliğini ve canlılığını kaybetmiş, toprakta bir emanet gibi durmaktadır. Ve yanına bir yenisi daha eklenmiştir; Ruslar bu güzel toprakların ortağı olmuşlardır.

4L2B8851

 

Arjan Adarov’un Gurkin’nin tablolarına bakarken yazdığı şiir

Gurkinnin Curuktarın Körüp Tura

Bu curuktarda kaykaldu çankır taygalar,
Künin carıgı, çeçekter, cenil buluttar.
Karakol bajı, Kadın bajı mında
Bu carık, caan köznöktörlü zalda.
Kandıy tarmaçı olordı beri ekelgen
Kırlardı, teneri kanayıp kiydirgen?
Curuktardı acıktap men uzak turdım
Altayımının keen carajın kaykadım.
Altaydın carajın kem mınayda maktagan?
Kandıy ülgerçi mındıy kojondor tapgan?
Onosto curukçının turazında turgam,
Onın uur salımın sanangam.
Ce, keler üyeler, meni tmdap ugugar,
Onın curuktarın körölö, köpti sanangar!
Ceriste andıy cayaltalar bolgondo,
Conıbıs ölbös dep, omok aydıgar!

 

 

Gurkin’in Resimlerine Bakarken

Bu resimlerde şaşırtıcı çakır dağlar,
Güneşin aydınlığı, çiçekler, hafif bulutlar.
Karakol başı, Kadın başı burada,
Bu aydınlık, büyük pencereli salonda  
Büyücü onları buraya nasıl getirmiş
Kırları, gökyüzünü nasıl giydirmiş?
Resimleri ben uzun uzun seyrettim, 
Altayımın zengin güzelliğine şaşırdım.
Altay’ın güzelliğini kim böyle övmüş?
Hangi şair böyle şarkılar b ulmuş?  
Onos’ta ressamın evinde bulundum,  
Onun güç hayatını düşündüm. 
Ey, gelecek nesiller, beni iyi dinleyin,
Onun resimlerine bakarak, çok düşünün!
Vatanımızda öyle yetenekler oldukça,
Halkımız ölmez diye, iyi söyleyin! 

 

 

 

Altay Türklerinden Maymanlar arasında anlatılan bir efsaneye göre “Üzük, Beşpek ve SoonSadak” adlı tepelerin adlandırılması şöyle olmuştur:

Sartakpay ve Çaktu adlı ikiyiğit bir gün ok atma yarışına tutuşurlar. Çaktu‘nun attığı ok karşı dağdaki bir taşı delip geçer. O taşa “Oydık-Taş” adı verilir. Sartakpay‘ın attığı ok ise kuştan hızlı uçup gider ve bir dağa düşer. Dağ okun tesiriyle ikiye parçalanır. Ondan sonra o dağa “Üzük” adı verilir. Üzükten saçılan toprak Çemal nehrinin sağ tarafına düşer. O toprağa “Beşpek” tepesi adı verilir. Üzükten kopan taşlar ise Kiree adlı kayanın yanına yanına düşüp her biri bir tepe haline gelir ve onlara Macıgan, Tarbaan ve Kiree adları verilir.

Sartakbay

 

 

 

Babırgan ile Abagan bir zamanlar komşuymuş . Bir gün Babırgan, Abagan’ın kızını kaçırır. Abagan, peşlerine düşer. Abagan’ın geldiğini gören Babırgan, kızı bırakır. Abagan kızını kesmek ister. Kız, “kesme” diye bağırır. Ondan sonra o tepeye “Kespee” dağı adı verilir. Abagan, kızını alarak tekrar Babırgan’ın peşine düşer. Kız, Babırgan’ı korumak için babasını kandırıp bir ormana sokar. Altay Türkçesi ile söylersek “Buulaga”. Günümüzde o ormana “Buulagan” adı verilmiştir. Abagan, Babırgan’ı ormanda bulamayınca çıkar. Bakar ki Babırgan uzaklaşıp gitmektedir.

Onu gören Abagan, “Tuu ol kızarıp bradırı” der. O tepe o günden sonra “Kızarak” adını almıştır. Babırgan, kaçıp göle girer ve orada dua edip dağa döner. Bunun üzerine Abagan  yurduna döner. Çok geçmeden o da dağa döner,

 

 

Güney Sibirya’daki Altay dağları Batı Sibirya biyo-coğrafik bölgesinde en büyük dağ sırasını oluşturmakta ve en büyük nehirlerinin kaynağı olmaktadır.
Obi – İrtiş Nehri:
Biya ve Katun nehirlerinin birleşmesiyle Altay Krai’de Biysk’in 25 km güneybatısında meydana gelir. Her iki akarsu da Altay Dağları’ndan doğar. Biya nehri Altın Göl’den, 700 km uzunluğundaki Katun ise Beluha Dağındaki buzullardan doğar.
Obi nehri Altaylardan doğan bir diğer nehir İrtiş ile Rusya’da birleşir ve Kuzeye dökülür. Toplam uzunluğu 5140 km dir.
Altaylarda üç ayrı alan Unesco tarafından korumaya alınmıştır.
1- Altaisky Zapovednik ile Altın Göl çevresinde bir tampon bölge
2- Katunsky Zapovednik ve Beluha Dağı çevresindeki bir tampon bölge
3- Ukok platosundaki Ukok Sessiz Bölgesi.
Toplam alan 1.611.457 hektarı kapsamaktadır. Bölge, orta Sibirya’daki bozkır, orman bozkırları, karışık orman, subalpin bitki örtüsünden alpin bitki örtüsüne kadar olan en yüksek bitki örtüsü sıralarını temsil eder.
Bu bölge aynı zamanda kar leoparı gibi nesli tükenmekte olan hayvan türlerinin önemli bir yaşam alanıdır.

Şelale1

Şaman Davulu

 

Şamanlık nedir, Şaman kime denir?

Eliade’ye göre, Şaman, herşeyden önce, kendi özel usulleri sayesinde ulaştığı “extase” hali içinde ruhunun, göklere yükselmek, yer altına inmek ve oralarda olaşmak üzere, bedeninden ayrıldığını hisseden bir aşkın ustasıdır. Bu esnada bir âlet durumuna düşmekten, uzak ve tersine olarak, kendisi ruhları hükmü altına alarak, ölülerle, tabiat ruhları (cinler, periler) ile ve şeytanlarla bağlantı kurmağa muvaffak olur. Ateş üzerinde hâkimiyet kurması, hastalanan (ruhu çalınan) kimselere şifa vermesi, ölülerin arzularını yerine getirerek zararlarını örtmesi, dertli insanların şikâyet ve dileklerini arz etmek üzere, gökteki ve yer altındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi böylece mümkün olmaktadır. Bu özellikleri ile topluluk üzerinde korku ve saygı uyandıran ve “dini otorite kuran şaman, vasfını ve kaderini bildiği insan ruhunun mütehassısı olarak, topluluk maneviyatının düzenleyicisi durumundardır. Fakat fonksiyonu umumi sihri dini inançlardaki temsilcileri ölçüsünde şümullü değildir. Ruhun vasıtasız olarak müdahale etmediği, hastalık (ruhun kaybolması) veya ölüm veya bir talihsizlik bahis konusu olmadığı, yahut bir kurban sunma töreninde herhangi bir “extease” tekniğini (göğe veya yer altına seyahat) yer almadığı hallerde şaman için yapılacak iş yoktu. Hayat şaman’ın müdahalesi olmaksızın devam eder.

Şamanlıkta ruhun uçuşu (göklere yükselmesi, yer altlarına inmesi) ile “extase”, bir arada ve aynı zamanda vâki olan bir faaliyet belirtisidir. Şaman, evlerin etrafından ayrılmadıkları, öfkeli anlarında, hayattaki akrabalarına zarar verebileceği sanılan ölülerin ruhlarını uzaklaştırır, bazılarını yer altı katlarına kadar kovalar, kurbanları yüksek tanrılara sunmak üzere kat kat göklere çıkar. Gerek semada Ülgen, gerek karanlıklar dünyasında Erlik gibi tanrılarla dostluk kurar, onları görür ve onlarla konuşur. Hastanın bedeninden çıkıp gitmiş olan ruhunu arar, bulur, getirir, yerine koyar ve hastalığı iyi eder. Böylece, insanların ruhları ile de sıkı temas halindedir. Şaman törenleri de, bu suretle, tanrılar ve ruhlarla kendisi arasında bağlantı kurmağa kabiliyetli şamanın vecdi hareketlerinden ibarettir. Şamanlar, bunun için, her parçası üzerine takılan her madde veya yapılan her tasvir veya şekil ayrı bir anlam ifade eden veya ayrı bir varlığın sembolü olan garip elbiseler, külahlar giyer, maske takar, yine türlü maddeler takılı ve tasvirlerle özel tarzda hazırlanmış davulunu veya defini çalar. Bu esnada kendinden geçinceye yani tanrılar ve ruhlarla temas sağlayıncaya kadar zıplar, sıçrar, acaip sesler çıkarır, yalvarır, söylenir, yerlerde sürünür bazan da bayılır, düşer. Böylece maksadına ulaşmış olur.

 

 

Teletskoye Gölü – Altın Göl

Deniz seviyesinden 434 m yüsektedir. 78 km uzunluğunda ve 5 km genişliğindedir. Yüzölçümü 233 km 2 dir. Oldukça derin bir göldür. En derin yeri 325 m dir. Göl en azından 40 km³ tatlı su içerir. Yıllık su seviyesi dalgalanmalarının yaklaşık 348 cm olduğu tahmin edilmektedir. Gölün saydamlığı yüksektir, suyun görünürlüğü altı ila on dört metre arasında değişmektedir.

Gölün suyunun yarısından fazlasını tedarik eden Çulişman Nehri olmak üzere yaklaşık 70 akarsu ve 150 geçici akarsu akmaktadır. Gölü boşaltan nehir Biya (Bey)dır. Bu da daha sonra Bisk şehrinde Katun ile birleşerek Obi nehrini meydana getirir.

Altay’da yer alan en büyük ve derin bir göldür. Altaylılar  topraklarının bütün doğasına gibi bu göle de saygı duymaktadırlar. Yerliler ona Altın Göl derler. Bu adı koymalarının sebebini eski bir Altay efsanesi anlatır.

Çok eski zamanlarda göl kenarında avcı Çokul otururmuş. Bir gün taygaya ava gitmiş. Günlerce avı izliyor ama nafile başarılı olamıyormuş. Yiyecekleri sona erdiğinde eli boş eve dönecekmiş.

Birdenbire avcı toprakta parlayan bir şey görmüş. Bunu çıkarır çıkarmaz nefesi kesilmiş: at başı büyüklüğündeki külçe altınmış!

Avcı altını çadırına getirip bütün çevrede en zengin kişi olacağım diye övünmeye başlamış. Komşular gelip şaşıyormuş, ama hiç kimse avcının bulduğu altını kıskanmamış. İnsanlar basitçe yaşıyor, avcılık, balıkçılık, tarımdan ekmeğini kazanıyorlarmış. Ama hiç zengin olmadan bile kendini mutlu hissediyorlarmış. Çünkü özgürlermiş ve eşit haklara sahiplermiş.

Avcı Çokul ise altının onu her türlü beladan koruyacağını ve kara günde altının onu kurtaracağını düşünüyormuş.

Bir yıl büyük kuraklık yaşanmış. Veba ile kıtlık ortaya çıkmış. Ama avcı umutsuzluğa düşmeyip altını ailesi için yiyeceklerle değiş tokuş etmek amacıyla çadır çadır gezmeye başlamış. Uzun uzun gezmiş, ama kimse yiyecekleri altına değiş tokuş etmeye razı olmamış, çünkü herkes ellerinde kalan son yiyeceklerini yemekteymişler. Zaten ellerinde olsa altın olmadan bile aç olana bir lokma yiyecek vermekten çekinmezlermiş. Altına çok düşkün olan köyün ağası bile Çokul’a ‘ Bir süre sonra kendi yiyeceğim bitecek, o zaman altınından bana ne fayda gelecek’ diyormuş.

Zavallı avcı evine döndüğünde bütün ailesini açlıktan ölmüş halde bulmuş. Acıdan kendini unutan Çokul, ‘At başı büyüklüğündeki altını bir avuç arpaya değiş tokuş edemezsem bu altın neme lazım? En iyisi hiç kimseyi kandırmaması ve boş ümitler vermemesi için göle atayım’ diye haykırmış.

Bunu yaparken de şunu söylemiş: ‘Dağ perileri; Halkımın altınlar ile değil kutsal Altay doğasının verdikleriyle zengin olması için bu altını sizlere feda ediyorum. Altının insanlara düşündükleri güce sahip olmadığını hatırlatması için bu gölün adı ‘Altın Göl’ olsun’.

4L2B9201

4L2B9240

4L2B9678

UKOK PRENSESİ

Yüksek Ukok Dağ Platosu’nda bulunan AK-ALAHA kurganında bir kadın mezarına rastlanmıştır. Bu höyükte yapılan kazılarda ölünün cesedi, 3,3 x 2,3 m. ebatlarında olan tomruklarla kaplı defin odasında bulunmuştur. Tabandaki tomrukların üzerine taş ve özel mıcır yayılmıştır. Buzlar eriyince bu kütük sandığın içinde deriden yapılmış geyik figürlü süs eşyaları bulunmuştur. Yan tarafta soğuktan parçalanmış iki seramik testinin parçaları yere yayılmış vaziyettedir. Tabaklarda çok iyi muhafaza edilmiş et parçalarına rastlanmıştır. Bir parça et bir bıçağın ucuna batırılmış şekilde bırakılmıştır. Bıçağın özenle süslenmiş sap kısmı simetrik olarak iki yana yönelik dağ keçisi boynuzlarını andıran figür ve kurt başı şekliyle süslenmiştir.  Diğer Pazırık definlerinde de olduğu gibi, mezarın kuzey kısmında tamamen duvarın dibine yakın bir yerde altı tane at görülmektedir. İki kat keçeden hazırlanarak yere özenle serilmiş kalın örtünün üstünde ise sağ tarafına yatmış, başının altında keçe silindir yastık bulunan bir kadın uyur pozisyonda yatmaktadır. Bacaklar diz kısmından hafif bükülmüş, eller ise karnının üstünde kavuşturulmuş vaziyettedir. Ölünün üstündeki elbiseler de çok iyi muafaza edilmiş durumdadır. Sarımtrak ipek kumaştan geniş gömleğin kolları uzundur, bilekleri örtmektedir. Ölüye şahsi eşyaları da eşlik etmektedir. Sol kalçayı örten eteğin üzerinde keçe kılıf içinde dikdörtgen şeklindeki ayna bir tunç levhasıdır. Nazarlığına gelince: boncuk, inci ve tunç salkımlar tamamı ince bir iple bir araya toplu bir şekilde bağlanmış vaziyettedir.Parçalanmış halde bulunan kalem genelde resmi törenlerde yüz makyajında kullanılmaktadır. Ölünün başlığının bitiştiğinde taştan oyulmuş fincan içinde bitki tohumları bulunmuştur.Bariz şekilde görülmektedir ki, bu mezar sıradan bir kadına ait bir defin olayı değildir. Defin odasının ferahlığı ve büyüklüğü, tesis ediliş şekli, cesedin mumyalanması, özenle süslenmiş ve büyük bir kütükten yapılmış tabuta konmuş olması, özel hazırlanmış ve çok zarif motiflerle süslenmiş koşum takımlarıyla gömülmüş altı ölüye eşlik etmesi, bunlar hepsi soylu bir kadının ekonomik durumunun ve toplumda aldığı mevkinin göstergesidir. Etnografya kaynaklarına göre, soylu-zengin ve fakir olup hayvancılıkla uğraşanların arasındaki temel farklılığı görsel olarak genelde giyim kuşamda kullanılan kumaş türü oluşturmaktadır. Ukok’lu genç kadının iki kolu da bilekler kadar dövmelerle süslüdür. Ellerinin bazı parmaklarında dövme kalıntıları görülmektedir. Sol omuzun üzerindeki dövme, hayalet hayvan şeklinde olup görünüş itibarıyla geyiği andırmaktadır, gagası itibariyle akbabaya benzemekte, boynuzları ise geyik ile dağ keçisini çağırıştıran bir hayvan figürüdür. 

 

 

 

Gregory Ivanovich Choros-Gurkin

Gregory Ivanovich Choros-Gurkin, Ulal’da (şimdi Gorno-Altaisk) dünyaya geldi. Mahalle okulunda okudu ve boş zamanlarında evinin yanındaki ikon boyama atölyesine gitti. Öğrencilerinin panoları hazırlamasına, renkleri oluşturmasına yardım etti.

13 yaşındayken Grigory okuldan mezun olurken, yerel Hıristiyan misyonunun başkanının isteği üzerine Baba Makarii simge resim atölyesinde bir buçuk yıl çalıştı.
Daha sonra Gurkin Ulal’da kaldı ve 5 yıl boyunca öğretmen olarak çalıştı. Ancak sanata olan tutkusu ağır bastı ve 1890’da eski arkadaşlarını buldu, onlarla çalışmaya başladı.

Genç ressamın ilk ciddi resmi 1895 yılında yaptığı ”Kamlanie” idi.

1896’da, Biysk’de Andrei Anokhin ile tanıştı. 24 yaşındaki Anokhin, iyi bir eğitim almıştı, birçok Avrupa dilini biliyordu, Altay Bölgesinin müzik, tarih ve etnografyası ile ilgileniyordu.
Anokhin, Gurkin’in yeteneklerine hayran kaldı. St. Petersburg Sanat Akademisi’ne girmesi için önayak olur.

20. yüzyılın başlarında Gurkin, Katun Nehri’nin kıyısında küçük bir köy olan Anos’a yerleşti. Burada bir ev, bir okul ve bir atölye kurdu. Bu yıllarda ilk büyük eseri olan Han Altay tablosunu yaptı. Anokhin ile birlikte Şamanizm incelemek için bir dizi çalışmalar yaptı. Birlikte, masallarını, efsaneleri ve mitleri Altay dilinde kaydedip, onları Rusça’ya tercüme ettiler.

Gurkin ayrıca yerli halkın gündelik hayatı konusunu inceler. Grigory Ivanovich ile yaptığı ortak çalışmalar hala bilimsel açıdan muazzam bir değer taşımaktadır.

 

 

4L2B9288

 

4L2B9279

Sonuç olarak, sanatçı Altay’ın sert görkemli doğasını, yerli halkın şaşırtıcı çeşitlilikteki gelenek ve göreneklerini dünyaya tanıtmak için çok önemli adımlar atar. Bu yıllarda sanatçı dünya sanatının hazinelerine dahil edilen resimler yapar.
“Anosinsky Bor”, “Pine Askat”, “Katun”, “ Soğuk sabah” ve tabii ki “Dağ ruhlarının gölü “.

Sanatçının ilk kişisel sergisi 1907’de Tomsk’da, ikincisi 1910’da Irkutsk’ta ve daha sonra Krasnoyarsk’da açar.

Sanatçı 1907 devriminin içinde aktif olarak sosyal ve siyasi hayatta yer alır. Önce, Altay Dağ Duma’sının başkanı ve daha sonra SR’ler tarafından kurulan Karakorum Yönetimi başkanı olur. Karakorum devletini kurmak ister ancak başarılı olamaz. 1918’de Altay’da Kolçak rejimi kurulduğunda sanatçı rejime ters düştüğü için tutuklanır. Hapishaneden çıktıktan sonra zulmün durmayacağını hisseden Gurkin, iki oğluyla – Gennady ve Vasily – Moğolistan’a kaçar. Eşi ve iki kızı Altay’da kalır. Ailenin geri kalan üyeleri dokunulmaz, ancak kamulaştırma ile evlerinden atılır. Moğolistan’da sanatçı ve oğulları kelimenin tam anlamıyla hayatta kalmak için uğraşırlar, her türlü işi yaparlar.
Ancak 1925 de tekrar Altay’a dönerler.

27 yaşındayken meşhur Rus manzara ressamı Shishkin ile tanışır ve onunla birlikte çalışmaya başlar. Ne yazık ki, Shishkin genç değildir ve ağır hastadır. Fakat hayatının son aylarında Rus ressam kendisini tamamen Altay’lı öğrencisine adamıştır. Sert 1897-1898 sonbahar ve kışı geçer. Gurkin, gerçekçi sanatın temellerini kavrar, doğaya bakmayı öğrenir, Shishkin, bildiği her şeyi kendisine öğretmeye çalışır.

 

Sovyet iktidarı döneminde Altay Cumhuriyeti sağlam bir şekilde kurulur. Ve beklenmedik bir şekilde Gurkin’i ve evini geri getirir. Atölye ve aile yeniden bir araya gelir. Tuva Cumhuriyeti Diorama “Tana – Tuva Cumhuriyeti” eskizini çizme, Uryanghai bölgesinin ekonomik bir haritasını yapma görevini verir. Yine başarılı birkaç kişisel sergi açar. Choros-Gurkin’in çabaları sayesinde ilde ilk mobil kütüphane açılır. Eski bir rüya gerçekleşmek üzeredir. Kendi sanat okulunu açmak. Fakat ressamın gücü yavaş yavaş azalmaktadır.
Etnografik içerikli yaptığı resimler, çoğunlukla gerçek sanat yapıtlarına dönüşen ayrıntılı eserlerdir.

1936 yılında Han Altay tablosunu yeniden yapar. Bolşevikler tarafından kara listeye alınır.

1937 yılında rejim Rus aydınları ve ulusal elit özellikli kişiler düzeyinde ülke genelinde entelektüel süpürme hareketi başlatır. Gurkin Bolşevikler tarafından milli ayrımcılık suçlamalarıyla tutuklanıp kurşuna dizilerek idam edilir ve adı uzun süre unutulur.

Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru durum değişir. 1995 yılında Gurkin ismi şehir merkezinde Gorno-Altay caddelerinden birine verilir ve adına anıt yaptırılır.
Günümüzde sanatçının resimleri, Anokhin Ulusal Müzesinde sergiliyor.
Anos köyünde sanatçının evi müze olarak açıktır.
Her yıl en iyi Altay Cumhuriyeti sanatçılarına, Grigory Ivanovich Choros-Gurkin’in adını verdikleri Cumhuriyeti Ödülü verilir. Bu nedenle bu büyük sanatçı, yeryüzünde toprakları olan büyük Han Altayı’nın halkına hizmet etmeye devam ediyor.

4L2B9295

Maaday Kara bir Altay destanıdır. Altay’ yüzyıllardır söylenegelen bu destan Emine Gürsoy Naskali hoca tarafında dilimize kazandırılmış ve Yapı Kredi yayınları tarafından yayınlanmıştır.

Destanları anlatanlara Kayçı denir. Aynı zamanda Kayçı destanı seslendirirken Topşuur adlı çalgı ile anlatımını renklendirir.

Altay müziği ve edebiyatı üzerine en derin araştırmaları özellikle Çarlı Rusya’sı ve Sovyetler Birliği döneminde Rus bilim adamları yapmıştır. Müzik hakkında bir çok çalışma Anohin tarafından yapılmıştır.

Kayçılar tarafından anlatıla gelen, basılan veya basılmayan bir çok Altay destanı mevcuttur.

Elimdeki kitapta Altay Türkçesi ile Türkiye Türkçesini ne kadar benzediğini hatta aynı dil olduğunu örnek gösteren bir çok kelime ve mısra mevcut. Bunlardan bazı örnekler vererek bunu anlatmaya çalışacağım.

Bu destanda en çok dikkat çeken Altay’da yaşayan insanların doğaya olan bağlılıkları doğaya olan tutkularının dile getirilmesidir. Dağı, ormanı, ağacı özellikle kayın ağacını taşı kayayı, çimeni,nehir dere gibi büyüklü küçüklü akarsuları, gölü destanın her yerinde aynen bugünkü Altaylarda olduğu gibi olanca haşmetiyle hissedebiliyoruz. 

Ayrıca Kuzgun, Saksağan, Guguk Kuşu, Kartal, Ayı, Kurt , Koyun, Tavşan, Sığın Geyiği gibi bir çok hayvanda Altaylıların doğal yaşamının bir parçası olarak destanda yerini almışlar.

 

 

Renkler 
Ak-Beyaz, Cejil-Yeşil, Kök-Mavi,
Kara, Sarı,Kızıl
Sayılar
Bir, Eki, Üç, Tört, Bej, Altı, Ceti,
Segiz, Tokuz, On,
Cermi, Oduz, Törton, Bejen,
Altan, Ceten, Segzon, Togzon,
Cüz
Kelime örnekleri 
Arçın - Arşın
Akkan - Akan
Alıp-Alp
Carım – Yarım
Castık – Yastık
Sagal – Sakal
Büdün – Bütün
Baral – Maral
Kaya
Cüz, Çırayı-Yüz
Cıldıs-Yıldız
Can – Yan
Carış - Yrış
Cer Altı - Yeraltı
Cer – Yer
Cok - Yok
Bala barka – Çoluk çocuk
Kıstar – Kızlar
Bulut – Bulut
Kuyruk 
Künnin közin- Güneşin gözü
Cılga- yıl
Canmır- Yağmur
Kışkı- Kış
Baatır- Bahadır
Mal- Davar, Sürü
Çeçek- Çiçek
Kümüş- Gümüş
Altın- Altın
Kelin - Gelin
Küreş - Güreş
Kel - Gel
Karındaj - Kardeş
Ne kerek - Niçin
Kiji - Kişi
Barıp kelmek - Varıp Gelmek
Biçik - Mektup
Tolı ay - Dolunay
Kol - El
Tiyzin - Deysin
Taştan Castıklar- Taş Yastıklar
Tepşi - Tepsi
Ber - Ver
Men Sen Ol


Baj- Baş
Bayram
Temir terek – Demir kavak
Saadak- Sadak
Tan
Kötin Cajin – Gözyaşın
Bıçak
Bilek
Bilmek
Bud- Bacak
Kamçız
Koltuk – kucak
Cer  –  yer
Curt – Yurt
Cürek – Yürek
Azık
Er
Ejik – Kapı
Iraak – Uzak
Kaan
Kerek- Gerek
Kabırga – Kaburga
Kinçek – Kin
Sığın
Suu – Su
Nenin- Niçin
Ot – Ateş
Omurtka – Omurga
Oturmak
Öç- İntikam
Cakjı – Yahşi
Uul  Bala – Erkek çocuk
Sol
Ön – Sağ
Elçee – Elçi
Oturmak
Sınık – Kırık
Sezmek
Süd – Süt
Taş
Tisgin – Dizgin
Tin – Ru
Tumandıy – Duman
Tutmak
Tük – Tüy
Emçek – meme
Cerdin üstin – Yeryüzü
Sook – Soğuk

Atkan oktıy –
Atılan ok
Altın taştu bu Altayı-
Altın taşlı Altayı
İytke kuşka cem bolgoy –
Kurda kuşa yem olsun
Erlik Biydin-
Erlik Bey (yeraltının efendisi)
Alıp külük Maaday Kara baatırım-
Alp pehlivan Maaday Kara
bahadırım

Bir Altay destanı olan Maaday
Kara'da gecen sözcüklerden
küçük bir alıntı yaparak Altay
Türkçesi ile Türkiye Türkçesinin
birbirine ne kadar benzediğine
ilişkin örnekler vermeye çalıştım.
UNESCO tarafından korunmaya
alınan bu dil yada lehçe aslında
tüm Türkler tarafından binlerce
yıldır korunmaktadır.
Altaylı ozan Barısbek'in Türk
dilini yaşatanlara şükranlarını
buradan da iletelim.

4L2B9077

4L2B8758

4L2B8640

Destandan bazı mısra örnekleri

Ölötönnin tının biler- ölecek insanın nefesini tanır
Özötonnin cajın biler- Canlının ömür süresini bilir

Tırnaktarı almıs keptür- Tırnakları elmas gibi

Tört tuygagı bu takalu- Dört toynağı nallı

Azu tiji torsıldagan -Azı dişleri gıcırdayan
Ala közi kandalagan- Ala gözleri kan çanağı

Ceden kadı köbön töjök bu töjöngön- Yetmiş kat pamuktan bir döşek döşenmiş
Ceti kadı köbön castık ol castanagan- Yedi kat pamuktan bir yastığa yaslanmış

Eki carın ortozına – İki kürek kemiğinin ortasına

Atı suyun ruhundan doğmuştu, koyu boz at

Kendisi taşın ruhundan doğmuştu Maaday Kara

 

Destanda geçen bahadır tanımlaması:

Kaşları kadife karası
Sakalı gür siyah, Burnu narin dağ gibi,
Kirpikleri sık orman gibi,
Keskin gözü mavi yıldız gibi,
Yakışıklı endamı saf altın gibi,
Yarım kaya gibi yanakları,
Bütün kaya gibi gövdesi,
Kızıl maral gibi yüzü,
İşte böyleydi Bahadırım.
Güçlü sırtında elli aygır sürüsü gezebilir,
Ak bozkır gibi böğürlerinde
Altmış koyun sürüsü gezebilir,
İki kürek kemiği ortasında yüz kısrak debelenir,
İki gözünün ortasında kırk koç tepişir,
Kızıl kanı yok ki aksın
Nefesi yok ki sönüp ölsün
Barsakları çelikten, Pazuları taştan,
Atı suyun ruhundan doğmuş boz at
Kendisi taşın ruhundan doğmuştu Maaday Kara
Çeneliyi konuşturmamış
Kötü gün görmemiş
Güçlüye yenilmemiş
Hiç ağlayıp yalvarmamıştı.
Adı nam salmış bahardır idi
“Ey” dedi
“Sayısız sürülerimi güdeceğim
Halkıma yol göstereceğim” dedi.

4L2B9505

4L2B9420

Altayın Sahibesi Yaşlı Kadın Ködügey Mergen’e

Kendi Altay yerini unutma,
Yetmiş kollu gök ırmak senin pınarın
Ulu kale gibi yedi dağ
Senin Korunağın
Sevgili Altay’ına
Yol güvenli olursa geri gelirsin
Kucakladığın bu ülkene
Esen gidersen geri dönersin.
Büyüklere rastlayınca
Efendin diye hitap edersin,
Küçüklere rastlayınca ,
Selam edersin hatır sorarsın.
Kurda dönüşüp değişme
Kurt tuzağa düşer.
Gücüne güvenip saldırgan olma
Güç elden gider.
Vuracağın vakit sabırsız olma,
Vuracak vakit elbet gelir.
Konuşmak için acele etme,
Konuşacak zaman elbet gelir.
Atacağın oku,
Etrafa bak da at.
Söylecek sözün varsa,
Dikkatli söyle, dedi.

Halkının esenliğini sağlayan Ködügey Mergen halkına dediki;

Davarınız eskisinden çok olsun,
Halkınız eskisinden çok olsun.
Uyum içinde yaşayın,
Bir aile gibi büyüyün.
Yeryüzünü kinle yöneten
Şeytan Kaanı yok ettim.
Yeraltına hükmeden Erlik Bey’i yok ettim.
Artık elinde mızrak sizin üzerinize
Düşman gelip çökemez
Yeraltının katı işkencesine
Erlik sizi götüremeyecek.
Aylı güneşli Altay’da
Huzur ve sükun içinde yaşayın.
Çoluk çocuğu doyurup
Mutlu yaşayın.
Ben gökyüzüne çıkacağım,
Halkımın yaşamına göz kulak olacağım.
Aşağıdan bakınca yukarda görünen
Bir yıldız olacağım.
Böyle konuştuktan sonra
Namlı Şanlı Ködügey Mergen
Kendine eş diye aldığı
Altın Küskü ile birlikte Yıldız olup uçtu.
Birbirine eş yedi Ködügey Mergen
Düğüne gidenler, işte onlar diyorlar.
Kutup yıldızı dediğimiz bir yıldız var,
Ay Kaan’ın biricik kızı
Altın Küskü işte o diyorlar.
Üç Maral dedikleri yıldızlar var,
Üç Maral’ın üstünde
Tek başına duran kırmızı bir yıldız var.
Ködügey  Mergen bahadırın
Maralın karnını yardığı
Kanlı oku işte o diyorlar.
Ködügey Mergen bahadırın
Altın gümüş hazinesi
Yerkabuğunun altında,
Beslediği ak davarı
Altaylarda.
Altay Destanı tamamlandı.
Söyleyecek sözüm kalmadı.

Altay bölgesine yaptığımız gezide, Çulişman Irmağının Altın Göle kavuştuğu yerde çok ıssız ve karanlık Altay gecesinde gökyüzüne baktığımızda gecenin sayısız yıldızları ve Samanyolu daha bir yakın görünüyorlardı. Ködügey Mergen’in yedi arkadaşı Büyük Ayı olarak üzerimizdeydiler. Bunlar sırasıyla Alkaid, Mizar, Alioth, Megrez, Duphe, Merak ve Phecda dır.

Ködügey Mergen’in eşi Altın Küskü, Kutup yıldızı yada Demirkazık olarak karanlıkta yolunu kaybedenlere yardımcı olmakta,

Orion yada Avcı takımyıldızında kemeri oluşturan üç maral Alnitak, Alnilam ve Mintaka ve onların üzerindeki Ködügey Mergenin kanlı oku, kırmızı dev Betelgeuse kış gecelerinin mücevheri olarak gökyüzüne asılı durmaktalar.

 

 

4L2B8660

4L2B9050

DAĞLIK ALTAYMurat KAYA